Blog Arşivleri

Kolektivist Acenda ve Yaratıcılık Üzerindeki Savaş

Image

Yolda yürüyen herhangi 100 kişiye sorsanız, “hayatınızda aldığınız kararlar size mi ait?” diye, hemen hemen 100’ü de “tabii ki bana ait” der. Hemen hemen hepimiz herşeye dününerek, hesap yaparak, inceleyerek karar verdigimizi zannederiz. Zira bunun tersi korkunç bir durum olurdu. Peki ya gerçekten “Biz” kendi hayatımızın kontrolünü elimizde tutuyor muyuz? Gerçekten hür irademiz var mı? Yoksa en başından beri öyle olmadığı halde, hür iradeli olduğumuza mı inandırıldık? Eğer durum böyleyse, bunu düşünmek bile istemeyiz. Bunu düşünmektense kendimizi kandırmayı bile tercih edebiliriz. Egomuz, bu boyutta bir gerçegi kaldıramayabilir…

Japonaya’da doğup büyüyen bir çocuk, Japon kültür ve gelenekleriyle büyür. İnancı, değerleri büyük ölçüde toplumun ya da ailesinin kabul ettiği değerler olurdu.

Ya da koyu katolik bir ailenin cocuğu musevi olmaz. O da Katolik olur. Tabii ki dinini ve değerlerini değiştirmeyi seçen insanlar var, fakat genelleme üzerinden gittigim için örnekleri de genellemeler üzerine veriyorum.

Peki bu durumda, inancımızı, değerlerimizi biz mi seçmiş oluyoruz? Bize verilen iki ya da üç seçenek içinden birini seçmek bizi hür iradeli yapiyor mu gerçekten?

Image

Seçenekler içine hapsedilmişlik bugün tüm dünyada geçerli. Dünya genelindeki eğitim sistemlerinin otoriter yapısı, başarının itaate, ezbere ve tekrara dayalı olması, çocukların çok küçük yaşlardan itibaren yaratıcı güçlerinin baltalanmasına sebep oluyor. Yaratıcı gücü eğitim hayatı boyunca bastırılan gençler sonunda hiçbir sorgulama yapmadan, kapitalizmin hizmetine girmek için mücadeleye başlarlar. Bu da çok doğal bir durumdur çünkü endoktrinasyondan dolayı sorgulama yapması gerektiğinin bile farkında olmayan bir insan grubundan sorgulamalarını beklemek doğru olmaz.

“To a very great degree, school is a place where children learn to be stupid.” 
― John Holt

Yine aynı sebeplerden ötürü, gelişim çağındaki gençler, kültürel değerleri bir sünger gibi emiyorlar. Bu değerleri en iyi şekilde hazmedip, tekrarlayabilen insanlar, sosyal ortamlarında  kredi kazanmış, güvenilir insan kabul ediliyorlar.

İlginç olan, kişinin bu değerlerin niteliğini ve geçerliliğini tartışmaktan ve araştırmaktan ziyade, bunları büyük ölçüde sorgusuz kabul etme eğilimidir. Bunların hepsi, endoktrinasyonun ve kolektivizmin insan davranışlarını, toplum psikolojisini ve insanların hareketlerinin tahmin edilebilirliğini nasıl şekillendirdiğini özetliyor. Sistem, bu sekilde kendi icinde homojen bir toplum oluşturuyor.

Bu durumda, dünyanın farklı bölgelerinde yaşayan insanların, o kültürün yapısına göre düşünmeleri, hareket etmeleri o insanların hür iradeleridir diyebilir miyiz?

Ya da endoktrinasyonun fabrikasından çıkan bir nesli hür iradeli olarak adledebilir miyiz?

Nasıl ki bugün yaptığımız her hareketin arkasında, düşündüğümüzü zannettiğimiz her olgunun arkasında toplumsal normlar ve değerler var ise, özgür ve bağımsız düşünen bir bireyi nasıl tanımlardınız? Hangi eğitim sisteminden çıkacağını hayal ederdiniz?

Tabii ki insanların yaşadığı bu kolektif paradigmayı kontrol eden emperyalist düzen, yaratıcı gençler yetiştiren reformcu eğitim sistemlerinin büyümesini arzu etmez. Çünkü kendi öz varlığının tehdididir. Bugüne kadar dünya üzerinde gelişen bir sürü reformcu eğitim sisteminin içine sızmayı başarmıştır. Fakat bugün durumun farklı olduğuna inanıyorum.

Bugünün koşulları farklı.

Eskiden insanların kendilerini geliştirecek imkanları çok kısıtlı idi. İnternetin bile son çeyrek yüzyılda popüler olduğunu düşünürsek, binlerce yıldır insanlık çok kolay kontrol edildi. Bugün insanların birbirine etkisi, erişebilirliği kısa süre önce hayal bile edemeyeceğimiz boyutlara gelmiştir. Yine bu sebeple, bugün insanlar endoktrinasyonun doğasını çok daha detaylı sorgulayabiliyorlar. Bunun insan toplumuna, kültürlere etkisini, düşüncelerimizi nasıl şekillendirdiğini görebilirler. Yine aynı şekilde Hollywood’un, televizyonun ve daha birçok manipülasyon aracının insanları nasıl programladığını anlayabilirler. Bilgi akışındaki bu hız göz önüne alındığında, öğrenememek artık bir kader değil seçim haline gelmiştir.

Öte taraftan, bilinç ve hayal gücü üzerindeki mevcut baskı, bu bilgilerin artık daha güçlü bir şekilde ortaya çıkmasına sebep olmaktadır. Youtube’a “war on consciousness” diye yazdığınızda karşınıza ilk çıkacak video, TED konferanslarının sansürlemeyi tercih ettiği (!!!) Graham Hancock’un konuşması olacaktır. Bu konuyu daha önceki yazımda geniş ölçekte yazmıştım (tıklayın).

Toplumların maruz kaldığı manipülasyonları araştırdığımızda, tüm dünyanın hipnoz altında tutulmaya çalışıldığını rahatlıkla görebileceğimizi düşünüyorum. Bu hipnozdan çıkışın en önemli yolu travmaya uğratılan yaratıcı gücü tekrar aktive edebilmektir. En azından, yeni nesli bu travmadan korumaktır. Çünkü hayal edemeyen bir insan ya da toplum, içinde bulundukları suni realitenin dışını düşünemediklerinden, kontrol altındaki mevcut durumu tek norm olarak kabul eder ve garipsemezler.

Hayal gücü tüm realitenin dinamosudur. Hayal edemeyen bireyler ve toplumlar, kontrol edilen toplumların en savunmasızlarıdırlar. Akılları, farklı yaklaşımları ve ideolojileri kaldırmaya musait değildir.

İnsanların odaklandıkları ya da konuştukları konulara baktığınızda, popüler bir kategori içinden bir konu ile karşılaşırsınız. Fakat katagori dışına çıkabilen bireyler çok azdır. Bu bireyler toplumun garip karşılanılan insanları olurlar. Ne kadar popüler konular ile ilgilenirseniz o kadar çok sosyal olursunuz. Bu durum, tüm dünyada, insanların birbirlerine küçük farklarla dahi olsa, benzemelerine sebep olmuştur. Toplumlarda fark yaratan insanların hayal güçleri ve ne kadar ileri görüşlü oldukları düşünülürse, bu yeteneklerin neden bastırılmak istendiği daya iyi anlaşılabilir.

Globalleşme, kolektivizm, grup kafası, beyin hasatına böyle sebep olur. İnsanlar sonsuz seçenekler ve olasılıklar realitesinden koparılıp, tek tip ve ortak bir geleceğe yönlendirilirler. Bu süreç içerisinde tüm toplum, hipnoz altında köle gibi çalıştırılıp, kendilerini özgür zannetmelerini sağlayacak suni ve geçici zevkler sunulur. Toplum mühendisliği, bu acendanın disiplinlerinden bir tanesidir. Bu sayede doğumlarından ölüme kadar geçen süre içerisinde bile içinde bulundukları hipnozu algılamaktan aciz bir toplum yaratılıp, çok rahat bir şekilde kontrol edilir. Tarihi araştırdığımızda, bu düzenin bu güne kadar bu şekilde devam ettiğini görmekteyiz.

Geçmişte, bugün ve gelecekte, bu beyin kontrolünün nihai amacı hayal gücünün çökertilmesidir.

Benim bir çok yazımda, komplo teorilerini ve manipülasyonları yazmamın sebebi, insanların realitelerinin, “bir başkası” tarafından nasıl şekillendirildiğini gösterebilmektir. Sistem tasarımcılarının bizim realitemizi nasıl dizayn ettiklerini anlatabilmek.

Bunu anlayabilen bir  insanın, sonu olmayan farklı realiteleri nasıl yaratabileceğini görmeye başlayabileceğine inanıyorum.

Kolektifin amacı, hayalgücünün yıkımıdır. Fakat hayal gücü hiçbir zaman yok edilemez.

Bizim seçeneğimiz hipnozda kalmaya devam etmek.

Ya da uyanmaya karar vermek…